“İdealleştirilmiş Başarı” ve “Efsane Düzeyinde Meritrokratik Bakış”, gerçek liyakatin düşmanı olabilir; türlü ilerlemelere engel teşkil edebilir.

Sınıf, ırk, cinsiyet ve sosyoekonomik statü, gibi sistemik eşitsizlikleri göz ardı ederek herkesin aynı fırsatlara eşit erişimi olduğunu varsayarak yapılan koçluk, danışmanlık ve mentorluk çalışmaları çok hatalı önermeler üretebilir.

Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi için verdiğim seminerde de önemli bir “başarı” bölümü vardır.

Oradaki amacım genç arkadaşlarım ve “başarı” algısı üzerinden yaşamı kovalayanlara birkaç efsane ve miti gösterip daha bilimsel temellerde içgörüyle aksiyon geliştirmelerini amaçlıyordu.

Pembe gözlüklerle, yaşadığımız coğrafyada veya içinde bulunduğumuz dünyanın tüm seviyelerinde olup biten olanakları hesaplamadan tarif edilen çözümlere ya da ideallere, özel yaşamımda birkaç kere rastladım. Bunların hepsinin ortak yanlarını toparlayan bir özet yapmak gerekti çünkü tıpkı aşırı idealleştirilmiş bu çözümler gibi başarıyı belli şablonlarla ifade eden ve yeterince kapsamlı ele almayan hani şu meşhur *10 maddede başarı, *10 maddede liderlik , *10 maddede strateji gibi ifade bulan anlatımlar gerçek insanlarda  virüs etkisi gibi çalışır. (Bilimsel temelli, geniş araştırılmış akademik çalışmalar hariç). Başkalarının bu virüsü kapmasını istemem.

Başarının sadece cesaret ve stratejik hamlelerin bir sonucu olduğu düşüncesi sadece yanıltıcı olmakla kalmaz, aynı zamanda tehlikeli bir meritokrasi mitini de verimsizce dile getirmiş olur. İşte Rosa Parks’ın hikayesi bu yanlış, kusurlu meritokrasi efsanesine doğrudan bir karşı duruş olarak devreye giriyor.

Birçok kişi başarının yalnızca bireysel çaba, tutku ve disiplinli eylemlerin bir ürünü olduğu fikrini benimsese de, bu inanç en iyi ihtimalle aşırı basitleştirilmiş bir yaklaşımdan öteye gidemeyecek, amacına ve sonuca ulaşamayacaktır. Tanıdık mı geldi , hadi o zaman biraz daha derinleşelim…

İçinde yaşadığımız dünyanın karmaşık ve çoğu zaman sert gerçeklerini göz ardı edemeyiz.

Başarı sadece dışarı çıkıp fırsatları yakalamakla ilgili değildir; bu fırsatlara erişimi sınırlayabilecek engelleri anlamakla ilgilidir. Rosa Parks’ın hayatı ve mirası, bu aşırı idealize edilmiş başarı görüşündeki kusurları ortaya çıkararak daha gerçekçi ve güçlendirici bir bakış açısı sunar.

Parks başarıyı sadece çok çalışarak ya da tek başına cesur davranarak elde etmemiş birisi.

Alabama, Montgomery’de ayrımcılığa tabi tutulan bir otobüsteki koltuğunu bırakmayı reddetme kararı, bir hareketi ateşleyen bir direniş eylemiydi. Onun başarısı sadece bireysel cesaretle ilgili değildi; ırkçı adaletsizliğe karşı kolektif bir mücadelenin parçasıydı.

Parks tek başına hareket ettiği için değil, meydan okuması daha geniş bir sivil haklar mücadelesi içinde yer aldığı için bir sembol haline geldi.

Parks’ın başarısı bize bir şey öğretiyorsa, o da bireysel çaba anlatısının içinde yaşadığımız ve çabaladığımız gerçek dünya bağlamını göz ardı ettiğidir.

Parks’ın hikayesi, başarının sadece kişisel hırsın ya da aşırı veya yorucu yıpratıcı bir çabanın bir sonucu değil, çoğu zaman sistemik baskıya karşı direnişle iç içe geçtiğini kanıtlıyor. Elbette her başarı direnişle elde edilecek diye bir zorunluluk yok, bunlara maruz kalmayan gaza basıp gidebilir peki ya bireysel düzeyde karşı koymaya ihtiyacı olanlar..

Edip Cansever de burada imdadımıza gerçek, otantik, doğal ve doğal edimlerden gelişen aşkı muhteşem tanımlamış…

“Sanki hiçbir şey uyaramaz
İçimizdeki sessizliği
Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey
Gözleri getirin gözleri.


Başka değil, anlaşıyoruz böylece
Yaprağın daha bir yaprağa değdiği
O kadar yakın, o kadar uysal
Elleri getirin elleri
Diyorum, bir şeye karşı koymaktır günümüzde aşk
Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi.”

Herkesin farklı yorumlayacağına eminim ama benim gördüğüm şu:  aşık olduğunuzda yaşadığınız tüm güzel duygularla beraber, bu aşk gerçek dünyada gerçekleşir, genelde kendi deliliğinize yaptığınız karşı çıkma başta olmak üzere, aşık olduğunuz kadını kendi hayatınıza almak konusunda yapacağınız ufak direnişler dahil, o sırada iki kişinin gerçekliğindeki yaşam olaylarına dayanmak zorunda değil midir? Ya da dünyada olup biten herşey durur gibi yapmaz mı, memleketteki herşey bir anda aşkın fonunda görünen çok yer kaplayıcı bir silüet değil midir zaman zaman tamamen o sevgiyi yutmaya çalışan…

Hayatın başarı öykülerimizle doldurmamızı bekleyen boş bir tuval olduğu fikrinin aksine, Parks’ın hayatı bize hayatın nötr olmaktan çok uzak olduğunu gösteriyor. İki çalışan arasında eşitlik mi adillik mi ,mahallede iki küçük çocuk arasında eşitlik mi adillik mi gözetilmeli. Çok zor ama doğrusu hangisi?

Parks’ın hikayesinde özellikle beyaz olmayan kadınlar için sistemik engellerle dolu olan hayat, başarıyı sadece bireysel çabanın değil kolektif mücadelenin bir ürünü haline getiriyor. Çaba ve tutku gerekli olsa da, başarı için tek bileşen bunlar değildir. Parks’ın aktivizmi münferit bir eylem değil; daha büyük bir sivil haklar hareketi’nin içine yerleştirilmiş, hesaplanmış, cesur bir eylemdi.

Yönetici olarak bulunduğunuz şirkette eğer etrafınızdaki çoğu kişi yeteneksizlerden oluşmuyorsa başarı nasıl sadece size ait olabilir. ? Peki, hem iç hem de dışarıda pek çok engel varken bunları ekiple aşmak daha kolay ve daha hızlı ilerlemeyle sonuçlanmaz mı? Eğer köyde evinin önünü karda küremeye ihtiyaç duyuyorsa, ona geçerken yardım etmek, iki saat sonra bütün köy çocuklarını eğitecek şehirli öğretmeni özgürleştirmedi mi? Pazarlama ekibiniz o etkinliği düzenleyecekken sizin projeyi planlamanız ve kontrol etmeniz, lansmanı kolaylaştırmadı mı? Zaten şirketlerde, toplumlarda neden farklı kişiler, organlar, kurumlar, topluluklar, kulüpler var?

Başarının sadece kişisel inisiyatife dayalı münferit bir başarı olduğu fikrinden uzaklaşmalıyız.

Hayatlarımızı şekillendiren gerçekleri kabul etmenin zamanı geldi!

Bazılarına ayrıcalık tanıyan ve diğerlerini haklarından mahrum bırakan sistemler, kişinin geçmişine bağlı olarak ya erişilebilir ya da tamamen ulaşılamaz olan fırsatlar ve başarıyı belirlemede şans ve zamanlamanın oynadığı doğal rastlantısallığı ne yapacağız….

Rosa Parks yaşamında boş bir fırsat sayfasını fethederek değil, onurunu ve haklarını inkar etmeye çalışan güçlere direnerek başarılı oldu.

Fazla gurur ve onur aramak bir alınganlığın ve önyargının ürünü olabilir fakat boşa vakit kaybetmeye yol açan sistemik önyargılar, düşünmek istemeyen veya yeterince düşünemeyenlerin ortaya koyduğu gereksiz standartlara takılmış yığınlar veya yargısızca açık seçik görünmekte olan hatalı seçimler/ayrımcılıklar/etiketçilikler/çifte standartlar sakın bu doğal savunmaya sebep oluyor olmasınlar.

Parks’ın başarısı, verdiği mücadelelere rağmen değil, kendisinin ve Sivil Haklar Hareketi’ndeki diğerlerinin bu mücadeleleri baskıcı bir sisteme meydan okumak ve nihayetinde onu değiştirmek için nasıl kullandıkları sayesinde olabildi.

“Harekete geçen başarılı olur” gibi basit bir fikri desteklemeye devam edersek, harekete geçen ancak kendi kontrolleri dışındaki koşullar nedeniyle başarılı olamayan milyonlarca insanın karşılaştığı mücadeleleri görmezden gelmiş oluruz.

Mesele harekete geçmemek gibi basit bir nedenle açıklanamayacak kadar ters kanıta sahip ve nötr bir dünya ve çevre algısıyla analiz edilemeyecek kadar komplike.

Parks’ın yolculuğu kör bir cesaretle ve yola çıkışla değil, esneklik, stratejik eylem ve çevresindeki sistemik baskının keskin bir farkındalığıyla açıklanıp, tanımlanabilir.

Hiçbir şirket stratejisi, hadi yapalım! diyenlerin yalın gaza getirmesiyle sonuca ulaşmadı.

Ulaşanlar ise şanslarına etki edenleri ya da engelleri tanımlayamamıştı veyahut hiç farkında olmadan işi bitirebilenlerdi.

Başarı yalnızca kişisel eylemle ilgili bir şey değil.

Hayat içine doğduğumuz ya da içinde yol aldığımız güç, ayrıcalık ve fırsat sistemleriyle derinden iç içe geçmiş başlı başına bir yolculuk. Biletler, bilet ücretleri, yanlış koltuk komşuları, otobüs lastiğinin patladığı berbat dökülmüş asfaltlar, inerken boynunuza sarılan dilencinin bıçağı ve bunlar dışınada olumlu olarak ilerleyen yüzlerce faktöre ettiğimiz etkiyle ilgili.

Parks bize kolektif mücadeleyi kucaklamayı ve gücü sadece bireysel büyüklük için çabalamakta değil, aynı zamanda eşitsizliği sürdüren sistemlere meydan okuyup onları yeniden şekillendirmekte bulmayı öğretiyor. Ben ise buna engelleri aşmak diyorum. Bulunduğumuz seviyelerden bir yerlere bakarken, tek bakış açısının bize ait olmadığını aklımıza getirip gerçek empati ya da gerçeklikleri görmeye çalışmak çok zor; ama biraz çabayla anlamak mümkün  mü? Diye düşünmek gerekiyor.

Gerçekten önemsiyor muyuz, birinin başarısını gerçekten önemsememiz ne demek? Ya da birinin takıldığı engelleri gerçekten önemsemek…

Bir yandan da bu meritrotik harekete çağrı, “olmayacak duaya amin deme”nin bir avuntusu ise eyvah..

Kritik yan sorum ise şu, bir gün işinizdeki tüm işler bittiğinde güne nasıl devam edersiniz?

  1. Çalışmaya devam ederim, zaten mecburum
  2. Çalışmak istemem ama devam eder verimsiz bir zaman ve yorgun bir dinlenme akşamı geçiririm
  3. Dinlenmeye ihtiyacım olsa da aksiyona devam
  4. Çalışma bağımlısıyım ama farkında değilim, verimli çalışmak da umrumda değil. Gaza basarım, sonuç almasam da olur
  5. Hiçbir zaman bu kadar çalışmayı yararlı görmedim, boşver
  6. Hangi amaç için çalıştığımı biliyorum, katkım var, mutluyum; hiç boş anım yok, ne evde ne işte
  7. Diğer

 Bu soruya verilecek cevap da kişisel sınırlamalarla ilgili.

Mükemmellik görüntüsünün, mükemmelliğin ve bağımsızlığın sıklıkla övüldüğü bir dünyada Parks’ın hayatı, gerçek başarının hem kişisel sınırlamalarımızı hem de toplum tarafından bize dayatılan sınırlamaları anlamak ve bunlarla yüzleşmekten geçtiğini cesur bir şekilde hatırlatıyor.

Sadece yeterince çabalarsak hepimizin başarıya, bir yandan kendi yolumuzdaki mükemmelliğe ulaşabileceğini ima etmek yeterli değil; böyle düşünülemez…

Bunun yerine, insanların karşılaştığı gerçek engelleri kabul etmeli ve bunları ortadan kaldırmak için çalışmalıyız.

Gerçek başarı, kendinizi ne kadar zorlayabildiğinizle değil, genellikle sizi geri iten bir dünyada nasıl yükselebildiğiniz ve başkalarının da sizinle birlikte yükselmesine nasıl yardımcı olabildiğinizle ilgilidir.

Bu durum bazı coğrafyalarda, bazı koşullarda ve olanak eşitliği şartlarında daha da geçerlidir!

Yalnız başarı var mıdır? Pratikte oranı nedir…Başka bir düşünme konusu…

Sevgilerimle

Ömer